Haber

Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı genç yetenekler ile buluştu!

Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı, Demirören Medya’nın medya sponsoru olduğu, üst düzey yönetici araştırma ve değerlendirme kurumu Odgers Berndtson tarafından yürütülen, 1 Gün CEO projesi kapsamında genç yetenekler ile buluştu.

Üst düzey yönetici araştırma ve değerlendirme kurumu Odgers Berndtson tarafından,13 yıldır 12 ülkede devam eden, Türkiye’de 3’üncü yılına giren 1 Gün CEO programı kapsamında, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları tarafından aday gösterilen genç yetenekler, aylar süren Üst Düzey Yönetici Değerlendirme ve Gelişim sürecinden geçtiler.

Değerlendirme ve gelişim programını tamamlayan genç yetenekler, Odgers Berndtson Türkiye Kurucu Ortağı Ayşe Öztuna Bozoklar’ın önderliğinde, televizyon dünyasında ve kariyerlerinde karşılaşabilecekleri konularda merak ettiklerini Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı’ya sordular.

“Hayatta nasıl mutlu olacağınızı fark edin!”

“Hayatın her döneminde zorluklarla karşılaşacaksınız. Bilmelisiniz ki sizden çok daha kötü durumda yaşayan insanlar var. Her düşüşten sonra tekrar ayağa kalkmalısınız” diyen Murat Saygı, gençlere her koşulda kendilerine güvenmelerini, umutlarını kaybetmemelerini, yabancı dil öğrenmelerini, Türkiye ve dünya gündemini yakından takip etmelerini, çok iyi gözlem yapmalarını ve hayatta nasıl mutlu olacaklarını fark etmelerini öğütledi. Bu şekilde başarılı olacaklarının altını çizdi.  

Genç yetenekler Ağustos ayı itibariyle katılımcı kurum yöneticileri ile kurumların öncelikli konuları üzerinde “karşılıklı mentörlük” anlayışıyla çalışacakları 8 haftalık döneme başladı. Bu süreçte gençlere yol gösterecek üst düzey yöneticilerden biri de Murat Saygı olacak.

İşte genç yeteneklerin Murat Saygı ile “1 GÜN CEO” projesi kapsamında yaptığı röportaj:

Pandemi sürecinde en çok etkilenen sektörlerden biri televizyon dünyası oldu. Bu süreçte özellikle seyircili ve konuklu programların yayınlanamadığını gördük. Sizin bu dönemdeki deneyimleriniz neler?

Pandemi ile sektörel deneyimimiz ve yıllar içinde krizlere olan bağışıklığımıza rağmen ezberimizde olmayan bir dönemi yaşadık. İlk aşamada operasyon, dizi çekimleri ve günlük programlar oldukça etkilendi. İnsanların yakın temasta olduğu her durumu ortadan kaldırmaya ve riski önlemeye çalıştık. Büyük oranda elimizdeki stokları kullanarak farklı bir yayın dönemine geçiş yaptık. Aslında bu süreçte kritik bir tecrübe kazandık; toplumun çok büyük bir kısmı zaruri olarak evde vakit geçirince, izleyici profili değişime uğradı ve izlenme oranlarında çok büyük bir artış gerçekleşti. Tüm aile bir arada olunca ailecek seyredilmesi uygun olan yapımlar daha çok ilgi çekmeye başladı. Güvenli içeriklerden oluşan programların izlenme oranları, haber kanalları başta olmak üzere ciddi artış gösterdi. Reklam gelirlerimiz etkilendi ancak bunun yanı sıra maliyetlerimiz yayın tekrarı dönemine girmiş olduğumuz için ciddi ölçüde düştü. Tüm sürecin kendi içinde bir dengesinin olduğunu söylemek mümkün.

Pandemi süreciyle beraber yeni dönemin nasıl olacağı, kurum kültürleri ve iş yapış şekillerinin buna nasıl adapte olacağı hakkında merak söz konusu. Ayrıca bu dönemde birçok şirket de uzaktan çalışma iş modeline geçiş yapmış durumda. Yaşanılan bu değişiklikleri sektörünüz açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu değişimlerin kalıcı olacağını düşünüyor musunuz?

Kurumsallık, çalışanına sahip çıkmayı gerektirir. Çalışanlarımızın sağlığına önem veriyoruz, bu sebeple de uzaktan çalışma iş modeline geçmiş bulunuyoruz. Aynı zamanda İstanbul gibi büyük bir şehirde, çalışanlarımıza işe geliş-gidiş sürelerinden tasarruf ettikleri ciddi bir zamanı hediye ediyoruz. Yaşayabilecekleri sıkıntıların da önlemlerini almaya çalışıyoruz. Bir arada olmanın getirdiği bilinç ve motivasyonu kaybetmek uzun vadede üzücü bir durum olur. Yapılan bu değişimlerin kalıcı olacağını düşünmüyorum. Yayıncılıkta tekrar sürecini birkaç ay devam ettirdik fakat aynı programların uzun vadede tekrarlanması söz konusu değil, izleyicimiz sıkılmaya başlar. Haber departmanları dışında, kanallarda yüzde 10 - 15 personel çalıştırıyoruz. Ofis çalışması yapması gereken çalışanlar, gelip geri gidiyor.  Bu da değişik bir tecrübe, eskiden hayatımızda yeri olmayan online çalışma biçimine hızla adapte olduk. Bizim işimizde, bu durum çok doğal değil. Çünkü biz sanatçıyla, yapımcıyla, izleyicimizle duygu alışverişi yapıyoruz. Fiziksel dokunma olmasa da zihinlere ve kalplere dokunmaya çalışıyoruz.

Kariyerinize bambaşka bir sektörde başlamışken, sizi medya sektörüne üst düzey yönetici olarak taşıyan kırılma noktası, programa dahil olan öğrenci arkadaşlarımız tarafından merak ediliyor. Bu dönemde mezun olup iş hayatına profesyonel ya da girişimci olarak atılacak genç arkadaşlarımızda değişim-dönüşüm ortamının yarattığı kafa karışıklığı var. Bu noktada sizin yeni nesil yeteneklere tavsiyeleriniz nelerdir?

Kendi halinde bir ailenin ve memur bir babanın çocuğuyum. Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Tofaş’ta 2 sene boyunca atölyede çalıştım. Normalde Boğaziçi Üniversitesi’nden gelenler hep metot servislere giderdi ama ben atölyede hem işi hem de atölye kültürünü öğrendim. Üstelik çok zevk aldım. Fakat gördüm ki, büyük kuruluşlarda fark edilmek çok zor. Finans dünyasının o zamanlar mühendis arayışı vardı. Ben de finans sektörüne geçtim, patronum işi bırakmamam için beni hep terfi ettiriyordu kısa süre sonra Genel Müdür Yardımcılığı pozisyonuna atandım. 6 sene finans sektöründen sonra Türkiye’de televizyon sektörü kariyerim başladı.

Yeni nesil yeteneklere vereceğim en büyük tavsiye; kendilerine güvenmeliler, analitik anlayış biçimleri varsa doktorluk veya avukatlık gibi uzmanlıklar dışındaki her mesleğe sahip çıkabileceklerini bilmeliler. Spora hayatlarında bir yer belirlemeliler, mutlaka yabancı dil öğrenmeliler, aile ve inanç gibi soyut kavramlardan uzaklaşmamalılar, ama bence en önemlisi ne ile mutlu olacaklarını bilmeliler. Hayatın her döneminde zorluklarla karşılaşacaksınız, ama bu hiç önemli değil. Her zaman bilmelisiniz ki sizden çok daha kötü durumda yaşayan insanlar var ve her düşüşten sonra ayağa tekrar kalkmalısınız.  

Online video/görsel içerik platformları son dönemde dünyayı etkisi altına almaya başladı. Özellikle dijital medya ve izleyici davranışı alanında Türkiye'de önümüzdeki  dönemde nasıl değişimler yaşanacak? Ulusal televizyon kanallarını nasıl konumlanması gerekiyor?

Televizyon izleme, içerik izleme bir alışkanlık haline gelmiştir. 2000’li yıllardaki uydu dijitalleşmesi ile birlikte tematik kanal sayıları artış gösterdi. Amerika’da başlayan bir sistem, ülkemize 10 yıl sonra geliyor. Ben de aslında hatamı orada yaptım. Netflix gibi bir platformu zamanından önce Türkiye’ye sundum. Bu konuları hobim olması nedeniyle çok yakından takip ediyorum. Şu anda, insanların içerik tüketim şekli değişiyor. ‘Anywhere anytime’ dediğimiz, nerede ne zaman istersek erişim sağlayabileceğimiz bir altyapıya sahibiz. Tabi bu durumda tüketilen içerikler daha ‘short content’ dediğimiz kısa kısa videolar, diziler oluyor. Türk dizileri gibi 150 dakika değil. Nasıl internet ilk başta gazete ve dergi iş kolunu etkiledi, bu platformlar da bir nebze televizyonlardan reklam gelirine ve müşteriye talip oldu. Bu tarz platformlar; daha hızlı tüketilen, daha cazibe yaratan içerikler yapıyorlar. Biz ise daha fazla evde vakit geçiren, daha konvansiyonel izleyicilere ulaşmaya çalışıyoruz. Bu dijital içerik tüketimi artmaya devam edecek fakat bir tepe noktası da olacak. Çünkü maliyetleri çok yüksek, sürekli yeni içerik üretmek zorundalar ve nakit akışı yönetiminden bahsetmek oldukça zor.

Daha önceki röportajlarınızdan, Kanal D’ye Genel Müdür olmadan önceki dönemde, özellikle dijital dünyadaki gelişmeler ve genç kuşağın yönelimleri üzerine farklı çalışmalar yaptığınızı anlıyoruz.  Bu çalışmalar Kanal D yönetiminde "Türkiye'nin Kanalı" anlayışıyla yürüttüğünüz yayıncılık faaliyetlerinize nasıl yansıdı?

Gençler neye ilgi duyuyorsa o alana ilişkin bir çalışma başlatmayı seviyorum fakat bunların televizyonlarda her zaman karşılığı olmayabiliyor. Biz bugün televizyonda Netflix içerikleri yayını yapsak işimiz karma karışık olur, çünkü çocuk kanalları, haber kanalları, spor kanalları, belgesel kanalları hepsi tematikleşme başladı. Kanal D, atv, Show TV gibi kanallar daha ana akım kanalı olarak kaldı. Bence Türkiye medyasının önünü açan şey, içerik olarak Türk dramaları oldu ve bu içerikler yurt dışına da satılmaya başlandı.

Krizlerde başarıyı devam ettirmenin sırrının ne olduğunu düşünüyorsunuz? Başarının anahtarını hangi davranışlar, yaklaşım ve zihniyetle ilişkilendiriyorsunuz?

Bence, hayatı sürdürülebilir kılmak çok önemli. Pandemi var diye düşünüp bunalıma girmek yerine ‘what is next’ diyerek önümüze bakmamız çok kritik. Her krizde mutlaka ayakta kalmanın bir yolu var. Şahsi olarak her krizin bir fırsata dönüşebileceğine de inanıyorum. Bu süreci başarı ile atlatan bir sürü yapıya şahit olacağız. Olaylara sakin ve sükunetle yaklaşabilmeyi önemli bir davranış biçimi olarak benimsemişimdir. Bir de şu var; hiç ummadığımız, beklemediğimiz şeyler bize olumlu kapılar açabilir. Bu sebepten asla umudumuzu ve çabamızı kaybetmemeliyiz diye düşünüyorum. Ben de bu doğrultuda kolay kolay umutsuzluğa kapılan bir profil değilim.